Değer Odaklı Şirkete Geçiş
Bu yazı yazardan izni ile yazarın Şirket Değerlemesi (Teori
ve Uygulama) adlı eserinden aynen alınmıştır.
Dr. Hasan Yalçın, E. Hesap Uzmanı, YMM
1900’lü yılların başından itibaren şirket karının maksimum kılınması olarak ifade edilen şirket amacı, yirminci yüzyılın ortalarından itibaren tartışmaya açılmıştır.[1] Kar kavramının tek başına büyük bir anlam taşımadığını ileri süren yeni görüşler ilk kez 1943 yılında Scitovsky tarafından dile getirilmiştir. Scitovksy kar maksimizasyonunu konu alan makalesinde, bir girişimcinin doğal amacının kar maksimizasyonu olduğu şeklindeki varsayımının şüpheli olduğunu ileri sürmüştür.[2]
Bundan on yedi yıl sonra Robert Anthony, şirket
amacının kar maksimizasyonu olamayacağını zira bunun ekonomiyi yanlış
yorumlamak anlamına geldiğini, kar maksimizasyonunun hem çok “güç”, hem de
“ahlak dışı” olduğunu savunan etkili ve ünlü bir makale kaleme almıştır.[3] Yayınladığı makalede Anthony, kar kavramının tek başına bir anlam
ifade etmediğini, maksimize edilmeye çalışılan karın kısa vadeli mi yoksa uzun
vadeli mi olduğu, karlılık oranın mı yoksa kar tutarının mı önemli olduğu gibi
sorularla göstermeye çalışmış ve karın daha çok subjektif bir anlam taşıdığı
sonucuna varmıştır. Bu önermeyle birlikte şirketlerin temel ilkesi olan kar
maksimizasyonu önermesi ciddi bir sekteye uğramıştır.
Bu öncülerin iddiaları 1960’lı yıllar boyunca
finans teorisi ile ilgili çalışmalar tarafından destek görmüştür ve bir
şirketin amacının kar maksimizasyonu değil, değer maksimizasyonu olması
gerektiği görüşü bir tez halini almıştır. Yeni oluşan bu değer tabanlı finansın
ortaya çıkmasında, bir şirketin gerçek karlılığının net kazançlara odaklanan
geleneksel muhasebe ölçütleri tarafından her zaman yansıtılamıyor oluşunun da
büyük etkisi olmuştur.[4]
Yönetimin başlıca sorumluluğunun şirket değerini
arttırmak olduğu fikri, 1986 yılında Rappaport’un Creating Shareholder Value (Hissedar
Değeri Yaratmak) isimli çalışmasının yayınlanmasından ardından ABD’de geniş bir
kabul görmüştür. Rekabetin, sermaye piyasalalarının ve büyük özelleştirme
dalgalarının küreselleşmesiyle, hissedar değeri kavramı, Birleşik Krallık, kıta
Avrupası, Avusturalya ve hatta Japonya’daki yöneticilerin hızla dikkatini
çekmeye başlamıştır. Gelecek on yıl içerisinde ise hissedar değerinin, iş
performansını ölçmek için küresel bir standarttan daha fazlası haline geleceği
tahmin edilmektedir.[5]
Hissedar değerinin önem kazanmasında sermaye
piyasalarındaki küreselleşme ve deregülasyon, sermaye kontrollerinin son
bulması, bilgi teknolojilerinin gelişmesi, menkul kıymet kazanç ve
yatırımlarındaki yeni davranış biçimleri, özelleştirme uygulamaları ile
kurumsal yatırımcıların artması önemli rol oynamaktadır.[6]
Bu gelişmeler 1980’lerin ikinci yarısındaki ciddi
bir devralma hareketine yol açmış, bu durum da, yöneticiler adına değer
yaratmaya odaklanmak için güçlü bir güdüleyici olmuştur. Özellikle petrol gibi
olgun sanayilerde pek çok şirket, önemli miktardaki fazla nakit akımlarını,
yeterli kazanç getirmeyen yeni yatırımlara ya da ihtiyatsız çeşitlendirmelere
dağıttığı gözlenmiştir.[7] Yine perakendeciler, özellikle kıymetli şehir merkezi gayrı
menkullerinde yer alan büyük mağazalar, gayrı menkul satışı ile nakitlerini
değer yaratan büyümeye yöneltme fırsatını kaçırmışlar ya da karlı yatırım
fırsatlarının yokluğunda, nakitleri hissedarlara dağıtmışlardır. Bu iki durumda
da hisse senedi piyasası öngörülebilir bir şekilde şirketlerin hisselerini
cezalandırmıştır. Bu ise kötü şöhretli “değer farkı”na (“value gap”) yani
şirketin hissedar değerlerini maksimize edecek şekilde yönetilmesi ile şimdiki
mevcut piyasa değeri arasındaki değer farkına yol açmıştır.
Bir şirketin piyasa değeri ile gerçek değeri
arasındaki bir değer farkı, şirketin tüm hissedarları için önemli bir
dezavantaj anlamına gelmektedir. Eğer bir şirketin hisse senedi fiyatı onun
gerçek değerini aşsa bile fiyat önünde sonunda piyasa o şirketin gerçek
performansını anladığında olması gereken seviyeye düşecektir. Bu düşüş
gerçekleştiğinde ise çalışanların moralleri bozulacaktır ve yöneticiler de,
hisse senedi fiyatlarının neden bu kadar hızlı ve sert bir düşüşe maruz
kaldığını bir türlü anlamak isteyen yönetim kurulu ile yüzleşmek zorunda
kalacaklardır.[8]
Hisse senedi fiyatlarının, şirketin gerçek
değerine oranla daha ucuz olduğu durumlar, yani pozitif bir “değer farkı” ise
şirketlerin hisse senetlerini ele geçirmeye çalışan, iyi finanse edilen şirket
avcılarına, şirkete teklif vermek ve yönetimi değiştirmek için bir davet
olmuştur. Zorlayıcı devralmaya karşı yapılabilecek tek savunma ise “değer
farkı”nı hissedar değerini üst dereceye getirmeyi başararak kapatmaktır. Kişi
şirket avcıları ve onların taktikleri için ne düşünürse düşünsün, onların
devralma tehditleri CEO’ları hissedarlara değer kazandırmaya odaklanmaları için
teşvik etmiştir.[9]
Son yıllarda artık yeni şirket paradigması hissedar
değerinin maksimize edilmesi olarak genel kabul görmektedir.[10] Özellikle 1990’lı yıllardan itibaren giderek artan küreselleşme ve
yoğun rekabetle birlikte sermaye piyasalarının ekonomik sistem içerisindeki
etkinliğinin ve öneminin artmasına bağlı olarak yatırımcıların etkinliklerinin
artması, birçok işletmeyi hissedar değerini maksimize etmeyi temel amaçlarından
biri olarak benimsemeye ve hissedar değerinin arttırılmasını sağlayacak
alternatif yollar aramaya zorlamıştır.[11]
Büyük şirketlerde tüm hissedarların aktif olarak
yönetime katılmalarının olanaklı olmamasından dolayı, yetki devri yapılmaktadır
fakat farklı servetlere, kişisel önceliklere, davranış biçimlerine sahip olan
hissedarlar arasında ancak ortak bir amaç saptanabilmesi durumunda delegasyon
mümkün olabilmektedir. Bu finansal amaç da tüm hissedarların birleştiği,
yatırımın net bugünkü değerini maksimize etmektir.[12]
Hissedar değeri stratejileri, büyüme fırsatlarını
görebilmeye ve rekabetçi üstünlük yaratmaya odaklanmaktadır. Bu sebeple finansal
tabloların analiz edilmesi ve hisse başına kar analizi yapılması ile elde
edilen veriler, finans yöneticileri ve yatırımcılar için yeterince anlamlı
olmamaktadır. Araştırmacılar, geçmişe yönelik olarak yaptıkları analizlerde
tarihi muhasebe kayıtlarıyla hisse senedi piyasalarındaki performans arasında
kuvvetli bir ilişkinin olmadığını tespit etmişlerdir.[13] Değer, şirketin yatırılan sermayesinin getiri oranının, sermaye
maliyetinin üzerinde olması durumunda yaratılmaktadır. Bu sebeple de
yatırımcılar, serbest nakit akımlarına ve sermaye maliyetine odaklanan hissedar
değeri analizi üzerine yoğunlaşmaktadır. Halka açık bir şirketin başarılı
olmasının göstergesi, genellikle hissedar değerindeki artış olmaktadır.[14]
Değerin kara bağlı olmaması, yeni bir şirketler
arası hiyerarşi yaratmıştır. Zira aynı karı elde eden iki şirketten birisi çoğu
zaman diğerinden daha değerli olmaktadır. Bu durumun ortaya çıkmasındaki en
önemli nedenler, şirketlerin aynı kara sahip olmalarına karşın, iki şirket
arasındaki geleceğe ilişkin potansiyel ve risk farkıdır.[15]
Günümüzde bir şirket, ancak hissedar değerini
arttırdığı sürece, rakiplerine oranla yatırımcıların ve borç verenlerin ek
kaynaklarını kendisine çekebilmektedir. Böylece, uzun vadeli yatırımlarını
gerçekleştirerek, sürekli büyümesi için yeni fırsatlar ortaya çıkmaktadır.[16] Bu nedenle ABD’de hissedar değerini maksimize etmek artık şirketlerin
yönetim kurulu üyeleri ve tepe yöneticileri tarafından “siyaseten doğrucu” bir
tutum olarak kucaklanmaktadır.[17] ABD’de yapılan araştırmalar şirketlerin % 65’inin ilk hedeflerinin
hissedar değerini arttırmak olduğunu ortaya koymaktadır.[18] Bu sebeple şirketler, varlıkların etkin ve verimli kullanımına olanak
vermeyen kısa dönemli stratejiler yerine büyüme fırsatlarını değerlendirmeye ve
rekabetçi üstünlük yaratmaya yönelik orta ve uzun vadeli stratejilere
odaklanmaktadır.[19]
Kıta Avrupa’sı gibi dünyanın diğer kesimlerinde
ise, küresel piyasa rekabetinin gerektirdiği hissedar değeri iş uygulamaları
ile uzun bir geleneğe sahip olan sosyal refah düşüncesi arasındaki siyasi
gerilim giderek artmaktadır.[20] ABD’de
borç ve özkaynak şeklinde finansman sağlayan kişi ve kurumların çok sayıda
olması ve şirketlerin halka açıklık oranlarının yüksekliği nedeniyle şirket
kontrolünün piyasaya açık olması, şirket değerinin maksimizasyonuna dayanan
Amerikan sistemini daha etkin kılmaktadır. Çünkü bu sistem daha yüksek yaşam
standardı, daha yüksek verimlilik, daha fazla rekabet gücü ve daha etkin
şekilde çalışan bir sermaye piyasası oluşturmaktadır. Oysa ekonomik sistemi
şirket değerinin maksimizasyonuna dayanmayan ülkelerde Yatırılan Sermayenin
Getirisi daha düşük olmakta ve zamanla sermaye yetersizliği sorunu
yaşanmaktadır.
Sermaye yetersizliği sorunu sermayenin kıt
olmasından kaynaklanabildiği gibi, varolan sermayenin yeterli gelir getirici
yatırımlarda kullanılmaması sonucunda da ortaya çıkabilmektedir. Bu nedenle her
durumda, varolan sermayenin en gelir getirecek şekilde değerlendirilmesi
ekonominin bir temel ilkesi olarak kendisini göstermektedir. Bu durum, sermaye
piyasalarının giderek küreselleştiği dünyamızda, ülkelerin küresel rekabetten
daha fazla uzaklaşmasına neden olmakta, ülkeler arasındaki sermaye hareketleri
hızlandıkça, şirket değerine dayanan sistem daha da önem kazanmaktadır.[21]
Özetle günümüzün modern finans anlayışında, şirketlerin önde gelen
amacı artık kar maksimizasyonundan, şirketin piyasa değerini maksimize etmeye
dönüşmüş durumdadır. Bu anlayışa göre en çok kar eden ya da çok satış yapan
şirketler değil, piyasa değerini en yükseğe çıkaran şirketler amaçlarına
ulaşmaktadır.[22]
Kar maksimizasyonunun peşinden koşmak çoğu hissedarın kısa vadede ilgisini
çekse de, bu davranışın sonuçları uzun dönemde hissedarların ciddi şekilde
zararına neden olmaktadır.[23] Artık
şirket değerinin başlıca ölçüsü, o şirketin kendi hissedarları için yarattığı
değerin miktarıdır.[24]
Dolayısıyla çok uluslu şirketlerde de genellikle kabul gören amaç, ortaklarının
sahip olduğu hisse senedi değerini maksimuma getirmektir. Bu nedenle alınan tüm
kararların bu amaca hizmet etmesi gerekir.
Şirketin net şimdiki değerinin maksimum kılınması amacının sağlanması,
şirketin sahip olduğu varlıkların her birinin etkin kullanılıp, belirtilen
amaca en fazla katkıyı verecek şekilde yönetilmeleriyle mümkündür.[25] Böylece
değer yaratmanın stratejik bir faktör olduğunun farkına varılmış, hissedar
değeri yaratma amacına göre şirketlerin stratejilerini, yapılarını,
yöntemlerini, yöneticilerin ödüllendirme şekillerini belirleyen ve
performansının izlenmesinde kullanılacak ölçütleri gösteren değere dayalı
yönetim anlayışı öne geçmiştir. Şirket değeri kavramının önem kazanmasıyla
birlikte yatırımcılar, işletme ile ilişki içinde olan finans kuruluşları ve
ilgili diğer kişi ve kurumlar şirket değeri konusunda bilgi sahibi olmak
isterler.[26]
Değer yaratmanın temel ilkesi, şirketlerin yatırımcılarından elde
ettikleri yatırım sermayesi ile gelecekte nakit akımı yaratmaları ve bu
gelecekteki nakit akımının getirisinin, sermaye maliyetinin üzerine çıkmasıdır.
Şirketler gelirlerini daha hızlı arttırdıkça ve çekici miktarlardaki getiriler
için daha fazla sermayeyi harekete geçirdikçe daha çok değer yaratırlar.
Maliyete oranla büyüme ve yatırılmış sermayenin getirisi (Return On Invested
Capital - ROIC) kombinasyonu değeri yaratan şeydir. Şirketler ancak iyi
tanımlanmış bir rekabet avantajına sahiplerse güçlü bir büyümeyi ve yüksek bir
ROIC’i sürdürebilirler. İşte böylelikle rekabet avantajı yani iş stratejisinin
temel kavramı, değer yaratma ilkesi ile bağlanmış olur.[27]
Bugün şirket
başarısını ölçen pek çok performans ölçütü bulunmasına karşın, bunların
hiçbirisi değer kadar kapsamlı değildir.[28] Değer,
şirketle ilişkisi olan herkesi ilgilendirir zira hissedarları için uzun dönemde
değeri maksimize eden şirketler hem daha çok istihdam yaratır, hem mevcut ve
eski çalışanlarına daha iyi şartlar sunar, müşterilerine daha çok tatmin sağlar
ve kısa dönem odaklı rakiplerine oranla çok daha büyük bir şirket sorumluluğu
yükünü omuzlar.[29]
Bu nedenle hissedar değeri maksimizasyonu uzun vadede tüm çıkar grupları için en
iyi stratejidir. Dolayısıyla, hissedar değeri katılımcı bir bakış açısıyla
değerlendirilmeli, çıkar gruplarının tamamının durumu göz önüne alınarak,
olaylara geniş bir perspektiften yaklaşılmalıdır. Değer arttırıcı
uygulamalarda, yönetici ve çalışanların büyük bir bölümünün hissedar değerinin
gerekliliğine olan inançlarının arttırılması şarıya ulaşma şansını da
yükseltmektedir.[30]
[1] Üreten, A. & Ercan, M.K. (2000) Firma Değerinin Tespiti ve Yönetimi, Gazi, Ankara, s.1
[2] Scitovksy, T. (1943) “A Note on Profit Maximization and Its Implications”, The Review of Economic Studies, Vol.11 (1), s.57
[3] Anthony, R. (1960) “The Trouble With Profit Maximization”, Harvard Business Review, Vol.38 (6), s.134
[4] Johnson, R.E. (2010) “The Essence of Value-Based Finance”, The Valuation Handbook: Valuation Techniques from Today’s Top Practitioners (ed. Thomas, R. & Gup, B.E.) John Wiley & Sons, New York, s.137
[5] Rappaport, A. (1998) Creating Shareholder Value, The Free Press, New York, s.1
[6] Ercan, M.K. & Öztürk, M.B. & Küçükkaplan, İ. & Başcı, E.S. & Demirgüneş, K. (2006) Firma Değerlemesi, Literatür, İstanbul, s.7
[7] Rappaport, A. (1998) Creating Shareholder Value, The Free Press, New York, s.1
[8] Koller, T. & Goedhart, M. & Wessels, D. (2010) Valuation, Measuring and Managing the Value of Companies, John Wiley&Sons, New Jersey, s.511
[9] Rappaport, A. (1998) Creating Shareholder Value, The Free Press, New York, s.2
[10] Sharma, A.K. (2010) “Economic Value Added (EVA) - Literature Review and Relevant Issues”, International Journal of Economics and Finance, Vol.2 (2), s.200
[11] Chari, L. (2009) “Measuring Value Enhancement Through Economic Value Added: Evidence from Literature” IUP Journal of Applied Finance, Vol.15 (9), s.46
[12] İşeri, M. (2002) “Anonim Şirketlerde Vekalat Sorunu ve Bu Sorunun Çözümlenmesinde Kullanılan Teknikler”, Journal of Istanbul Kültür University, Vol.1, s.77
[13] Black, A. & Wright, P. & Bachman, J.E. & Davies, J. (1998) Hissedar Değeri Arayışı, Dünya, İstanbul, s.13
[14] Ercan, M.K. & Öztürk, M.B. & Küçükkaplan, İ. & Başcı, E.S. & Demirgüneş, K. (2006) Firma Değerlemesi, Literatür, İstanbul, s.7, 8
[15] Arnold, G. (2010) Handbook of Corporate Finance, Prentice Hall, Financial Times, Edinburgh, s.13
[16] Ercan, M.K. & Öztürk, M.B. & Küçükkaplan, İ. & Başcı, E.S. & Demirgüneş, K. (2006) Firma Değerlemesi, Literatür, İstanbul, s.8
[17] Rappaport, A. (1998) Creating Shareholder Value, The Free Press, New York, s.2
[18] Black, A. & Wright, P. & Bachman, J.E. & Davies, J. (1998) Hissedar Değeri Arayışı, Dünya, İstanbul, s.24
[19] Doyle, P. (2003) Değer Temelli Pazarlama, MediaCat, İstanbul, s.18
[20] Rappaport, A. (1998) Creating Shareholder Value, The Free Press, New York, s.3
[21] Copeland, T.E. & Koller, T. & Murrin, J. (1996) Valuation; Measuring and Managing the Value of Companies, McKinsey, s.3
[22] Chambers, N. (2005) Firma Değerlemesi, Avcıol, İstanbul, s.1
[23] Ali, A.J. (2006) “Profit Maximization and Capitalism”, Advances in Competitiveness Research, Vol.14 (1), s.2
[24] Koller, T. & Goedhart, M. & Wessels, D. (2010) Valuation, Measuring and Managing the Value of Companies, John Wiley&Sons, New Jersey, s.3
[25] Üreten, A. & Ercan, M.K. (2000) Firma Değerinin Tespiti ve Yönetimi, Gazi, Ankara, s.3
[26] Birgili, E. & Düzer, M. (2010) “Finansal Analizde Kullanılan Oranlar ve Firma Değeri İlişkisi: İMKB’de Bir Uygulama”, Muhasebe ve Finansman Dergisi, Vol.46, s.75
[27] Koller, T. & Goedhart, M. & Wessels, D. (2010) Valuation, Measuring and Managing the Value of Companies, John Wiley&Sons, New Jersey, s.4
[28] Gürbüz, A.O. & Ergincan, Y. (2008) Şirket Değerlemesi: Klasik ve Modern Yaklaşımlar, Literatür, İstanbul, s.19
[29] Koller, T. & Goedhart, M. & Wessels, D. (2010) Valuation, Measuring and Managing the Value of Companies, John Wiley&Sons, New Jersey, s.3
[30] Ercan, M.K. & Öztürk, M.B. & Küçükkaplan, İ. & Başcı, E.S. & Demirgüneş, K. (2006) Firma Değerlemesi, Literatür, İstanbul, s.9